Yaşantımdan küçük kesitler

Ben Yalova’lıyım, ailem Trakya kökenli. 1954 yılında Aydın’da doğdum. İlkokulu Aydın’da bitirdim. Bu yüzden Ege kültürünü daha çok benimsedim. O yıllarda insanların konuşmalarında yöresel lehçeler çok baskındı. Örneğin Aydın’a giden bir otobüse binip yanındakine selam veren kişinin de, onun selamı alanların da hangi ilçeden olduğu anlaşılırdı. Bu ortamda Aydın’cayı tam sökmüşken babam Konya’ya tayin oldu. Konya’nın lehçesi daha da farklıydı. Ortaokulu bitirdiğimde Aydın lehçesinin üzerine Konya lehçesini de katmışken Bursa’ya taşındık. Hadi bakalım, şimdi de Bursa’nın manav, muhacir ve gürcü lehçeleri de dilime girdi mi. Liseye Bursa’da başladım, ama bir yıl geçmeden İstanbul’a taşındık. Evimiz Çiftehavuzlar’daydı.

LİSE YAŞANTIM

Lisenin birinci sınıfının ikinci yarısında kaydımı Fenerbahçe Lisesi’ne aldırdık. Sınıfta herkes birbirini tanıyordu, ben de boş olan en arka sıraya geçtim. Ders başladığında öğretmen yeni gelen arkadaşımızı tanıyalım diyerek sorduğu sorulara Aydın-Konya-Bursa lehçesi karışımından oluşan cevaplar verdikçe gülüşmeler başladı ve çok bozuldum. O günden sonra yıl sonuna kadar kimseyle konuşamaz oldum. Sonraki dönemlerde (hâlâ görüştüğümüz) çok samimi arkadaşlarım olmasına rağmen, derslere katılmamaya başlamıştım. Okula yoklama için gidiyor, sonra arka kapıdan kaçıyordum. Akşam arkadaşlarla Bağdat Caddesinde buluşur, nevalelerimizi alıp Suadiye’den Kadıköy İskelesine kadar yürür, dönüşte Kızıltoprak’ta fırından yeni çıkmış ekmekle karnımızı doyurduktan sonra sabaha karşı evlerimize giderdik. İlk ve ortaokulda sürekli sınıf birincisi olmama rağmen, liseyi iki yıl kayıpla 5 senede bitirdim. Bu arada babamın dükkanında manav çıraklığı, amcamın bayiinde gazete satıcılığı, arkadaşımla birlikte babasının yanında soğuk demircilik gibi işlerde çalışıyorum. Bu dönemdeki tek olumlu gelişme, arkadaşlarım sayesinde şiveyi biraz olsun düzeltmemdi.

Lisede gördüğümüz edebiyat, tarih, coğrafya, cebir, geometri, fizik, kimya, biyoloji, astronomi, felsefe, mantık, sosyoloji gibi derslerden en sevdiğim sanat tarihi ve resimdi. İlkokuldan beri güzel resim yapardım, aldığım ödüller vardı. Lisede resme daha çok ilgi duydum, çünkü konuşmayı gerektirmiyordu. Bu arada çizgi roman yapan bir dergide iş buldum. Dergi Almanya’da yayınlanıyordu. Oranın kültürüne uygun konular bulup, hem yazıyor, hem de çiziyor, hem de renklendiriyorduk. Sonradan çok meşhur olan bazı usta çizerlerin, çizgi film denemelerini ilgiyle izliyorduk. Geleceğimi resim üzerine kuracağımı düşünüyordum.

Babam önceleri benim kaymakam olmamı istiyordu. Lisede iki yıl çakınca umudunu kesmiş olmalı ki üniversite için hiçbir telkinde bulunmadı. Resim öğretmenim, benim (şimdi Mimar Sinan Üniversitesi olan) Güzel Sanatlar Fakültesine gireceğimden emindi. Lise son sınıfta bana özel resim teknikleri dersleri verdi (Örneğin cezvenin sapını, oluğun arkasına değil yanına çizmek gibi).

Üniversite sınavı geldi çattı. O zamanlar sınava girerken tercih yapılıyordu. Resim öğretmenim hiç tercih yapmamam gerektiğini ısrarla tekrarlıyordu. Çünkü Güzel Sanatlar Fakültesine girmek için puan kartımın boş olması gerekiyordu ki yetenek sınavına girebileyim. Benim aklımda babamın o eski hayali yer ettiği için, tercihlerin başına SBF’yi yazdım. İkinci sıraya hukuk, üçüncü sıraya da bir tıp fakültesini (annemin hatırı mı kalsın?) yazıp üç tercihle sınava girdim (Sıralamaya bak, ne hata!) Ailemin, liseyi bitiremeyeceğimden emin oldukları için tercihlerimden, daha ötesi üniversite sınavına gireceğimden haberi bile olmadı. Sınavın iyi geçtiğini sanmıştım ama arkadaşlarla konuştukça umutsuzluğa kapılıyordum. Bu arada bütünlemeye kalmadan liseyi bitirmiştim. Sınav sonuçları gelince başımdan aşağı kaynar sular döküldü. SBF’yi kazanmıştım. Resim öğretmenim çok kızdı. Babam ise çok sevindi. Ben rüyada gibiydim. 5 yılda liseyi zor bitirmiş, ama SBF’yi kazanmıştım. Ankara’ya gitmek üzere trene bindiğimde ne olup bittiğini ancak anladım.

ÜNİVERSİTE

Üniversiteye yazıldık, hangi fraksiyon olduğunu hatırlayamadığım (çünkü ondan fazla fraksiyon vardı) bir gruba (zorunlu) bağış yaparak üye de olduk. SBF’ye ilk 30 kişi arasında girdiğim için Maliye Bakanlığından burs alabilecektim, bu nedenle iktisat ve maliye bölümünü seçtim. Üç arkadaş ortak bir ev tuttuk okulun hemen yan sokağında. İlk gün güzelce giyindik, saçları taradık yola çıktık ki, aşağıdan gelen gürültüler dikkatimizi çekti. Cebeci’yi bilenler hatırlar, SBF’nin karşısında demiryolu vardır, gürültülerin sebebinin trenin geçmesi olduğunu düşünüyorduk. Köşeyi dönünce bir de gördük ki, polisler panzerler eşliğinde merdivenlerden yukarı ateş ediyor, Cumhuriyet yurdunun çatısına çıkan öğrenciler aşağıyı tarıyor. Okula giremeden 3 ay tatil oldu. O sırada ailem Yalova’ya, köyümüze taşınmıştı. Ben de onların yanına döndüm. Babamın işlettiği lokantada çalışmaya başladım.

Köyümüz deniz kıyısında olduğundan, balıkçılarla yakın arkadaş oldum. Küçük bir kayığımız vardı. Onunla balıkçılık yapmaya başladım. Çapari, hırsızlı zoka, parakete, uzatma ağı yapmayı ve kullanmayı öğrendim. O yıllarda Karadeniz’de ve Ege’de olan balıkların hepsi Marmara’da da vardı. Bugün “balık tuttum” diye sevinilen istavrit, izmarit, kolyoz, tekir, zargana gibi balıkları tekneye almazdık. Yakaladığımız lüfer, kofana, kırlangıç, sinarit gibi balıkların yanında bunların lafı mı olurdu. Hatta 3-5 kiloluk bakalorya mezgit bile pek rağbet görmezdi, sadece havyarını yerdik.

Bu arada fakülte, olaylar ve sürekli boykotlar nedeniyle bir gün açılıp üç gün kapanıyordu. Maddi durumum da el vermediği için Ankara’daki evi boşalttım. Artık Ankara’ya sadece öğrenim yılı başında gidiyor, kitapları (daha doğrusu teksir edilmiş nüshaları) alıp dönüyordum. Sınavdan sınava okula gidiyor, hocaları da sınavda arkadaşlara sorarak tanıyordum. Bu nedenle fakülteyi 6,5 yılda bitirdim. Hemen askere alındım. Alibeyköy Levazım ve Maliye Okulu’ndaki 4 ay eğitimden sonra Eskişehir Hava İkmal Bakım Merkezi Komutanlığında tahakkuk subayı olarak 12 ay askerlik yaptım.

MEMURİYET

Maliye Bakanlığından aldığım burs nedeniyle mecburi hizmetim vardı. Askerlik bitince Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü’nde memur olarak göreve başladım. Bu arada İçişleri Bakanlığı kaymakamlık (maiyet memurluğu) sınavı açmıştı. Aslında iktisat ve maliye bölümünü bitirmiş olmama rağmen, yazılıyı iyi bir derece ile kazanınca umutlandım, yoksa babamın dileği yerine mi gelecekti? İçişleri Bakanlığı’nın merkez binasındaki mülakata heyecanlı bir şekilde gittim. Mülakatın yapıldığı salondan çıkanlar: “Erzurum Kongresini sordular”, “Anayasa’dan sordular” dedikçe kazanma ümidim artıyordu. Ama içeri girdiğimde “Kaymakamın ilçede tarım, orman, hayvancılıkla ilgili görevlerini düzenleyen kanun, tüzük, yönetmelik ve tebliğleri say” şeklinde soru yöneltildi. Sadece Umumi Hıfzısıhha Kanununu söyleyebildim ve elendiğimi hissettim. O sınavda kazananların tamamının hukuk fakültesi mezunu olması, SBF’li hiç kimsenin sözlü sınavda başarılı olmaması üzerine mülkiyeliler itiraz etti, hatta Danıştay’da dava bile açtı ama bir sonuç çıkmadı.

Böylece kaderimin Maliyede çizildiğini anladım.

Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü işletme vergisi şubesinde memur olarak göreve başladım. Sınavla şef ve uzman kadrolarına atandım. KDV ve ÖTV mevzuatlarının hazırlanmasında, tanıtımında, T.B.M.M.’de görüşülmesinde ve uygulanmasında fiilen çalıştım. KDV ve ÖTV şube müdürlüğü görevlerinde bulundum. AB temel eğitim ve uzmanlık programlarına katılarak sertifika aldım. Birçok ülkede düzenlenen vergi ile ilgili araştırma gezilerine katıldım. AB ilerleme raporlarının hazırlanmasında yurt içi ve yurt dışındaki dolaylı vergiler grubu toplantılarına katıldım.

Genel uygulamanın aksine, tamamen dışa açık bir memuriyet hayatım oldu. Rutin dosya işlemlerinin yanı sıra bizzat Bakanlığa gelen ziyaretçilerin veya telefon edenlerin tüm sorularını, aklında tereddüt kalmayacak şekilde cevaplandırmaya çalıştım. Vergi uygulamalarına yönelik bilgilerimi ve düşüncelerimi önce makale olarak yayınladım, daha sonra yazdığım kitaplarda topladım. KDV ve ÖTV konusunda 14 kitabım oldu. Talep eden herkese, her kuruluşa bilgilerimi aktardım. Maliye Bakanlığının hizmet içi eğitimlerinde sürekli öğretici olarak görev yaptım. Hizmet içi yükselme sınavlarında herhangi bir grup, dernek, sendika ayrımı yapmaksızın gönüllü olarak dersler verdim. SMMM odalarında sürekli seminerlere katıldım (halen devam ediyorum). Bütün bu çalışmalarımla bilginin paylaştıkça büyüdüğünü çok net gördüm. Maliye Bakanlığı da diğer kurumlar gibi biraz tutucudur. Öyle ki vergi dairesi müdürlerinin, alttaki personel çok şey bilmesin diye gelen mevzuatları odasına kilitlediğini çok kişiden duymuştum. Ben ise gelen metinleri personel sayısı kadar çoğaltır dağıtırdım. Birlikte çalıştığımız personele her bildiğimi aktarmaya gayret ettim. Şubede her sabah yeni çıkan mevzuatı, akşam çıkmadan önce de güncel olayları aramızda tartışıp, çıkarımlar yapardık. Umuyorum ki birlikte çalıştığımız hiçbir personel benim için olumsuz bir kanaate sahip olmamıştır.

Müdürlük, sınavla atanılan son makamdı. Bundan sonraki görevlere atanmada sınav yapılmıyordu. 16 yıl müdürlük yapıp bir üst kadroya geçemeyince, artık kamudaki misyonumun sona ermesi gerektiğine karar verdim. Bu arada emeklilik hakkım da doğmuştu. Kendimi emeklilik fikrine alışmaya başlamalıydım. Çünkü mülkiyelik ruhu, kamudan başka bir yerde çalışılamayacağı düşüncesini aklıma yerleştirmişti. Ancak daha yapabileceğim çok şey olduğunu düşünüyor, makaleler yazmaya, çalıştaylara katılmaya, kitaplarımı güncellemeye tam hızla devam ediyordum. Bu ikilemleri yaşadığım sırada, uluslararası saygınlığı olan bir kuruluştan teklif gelince, 2012 yılında emekli olup bu kuruluşta danışman olarak çalışmaya başladım. Böyle kurumsal bir şirkette yeni bir çalışma hayatına başladığım için ne kadar doğru, ancak geç kalmış bir karar verdiğimi kısa sürede anladım.